Güven duygusu insanın kanatları, hayatın temelidir. Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi, “Hayatın sermayesi güvendir. Güvenin olmadığı yerde hayat devam edemez”. İnsanoğlu güvenmek üzere, güvenme eğilimi ile dünyaya gelir. Doğduktan bir saat sonra bebek kendisiyle ilgilenen kişinin yüzüne bakar, birkaç saat sonra ise annesinin sesini duyduğunda ona doğru başını çevirmeye başlar. Yaşamın ilk yılında, bakımveren ve bebek arasındaki tutarlı ilgi ve bakım; bebeğin güven duygusunu oluşturmasına yarar. Eğer anne ve bebek arasındaki alma-verme dengesinde senkronizasyon varsa, bebek bunu güvenin ilk işaretleri olarak içselleştirmeye başlar.
Erikson, kendi kuramında da bu ilk aşamayı “temel güven-güvensizlik” olarak ele almıştır. Anne, bebeğin ihtiyaçlarını doğru zamanda algılayıp bunları duyarlı şekilde gidermeye çalıştıkça bebekte güven duygusu yerleşir. Güvensizlik duygusu ise, bebeğin annesine ihtiyaç duyduğunda yanında olacağına sürekli olarak emin olamadığında açığa çıkar. 0-1 yaşın aşaması olan temel güvene karşı güvensizlikte, kriz çözülüp atlatıldığında benlik güçlenecek, ortaya çıkacak olan duygu yaşama dair beslenen bir umut olacaktır. Özetle güven ile nasıl bir ilişki kuracağımızda etkili olan en önemli şeylerden biri erken bağlanma deneyimleridir.
Ancak hikaye burada bitmiyor. Geçmişte ne olduysa ve biz kendimize dünyayla alakalı hangi hikayeyi anlatmış olursak olalım bugün olduğumuz yerde, bulunduğumuz koşullarda güveni inşa etme şansına sahibiz. Çünkü insan beyninin nöroplastisite özelliği buna imkan tanımaktadır, psikoterapinin işe yaramasının en temel sebeplerinden biri de budur. Yeni alışkanlıklarla, yeni düşünce biçimleriyle, yeni anılarla yeni nöron bağlantıları oluşturmak mümkündür.
“Bataklık gibi hissettiren, psikolojik, kültürel ve politik obrukların bir insanı dibe çekme tehdidiyle karşı karşıya olduğu bir dünyada insan nasıl istikrar ve denge duygusu bulabilir?”
Dış dünya ya da insanlar ne sunarsa sunsun, koşullar ne olursa olsun mücadele ruhunu sürdürerek mi acaba? Tek ve sabit bir cevap vermenin ne derece mantıksız olabileceğini göz önünde bulundurarak “belki de” demekle yetineceğim. Literatüre göre bağlanma örüntüsünün değişebilir bir temsil olduğunu biliyoruz. Sözgelimi, bebekken güvenli bağlanma geliştirebilmiş bir çocuğun, ergenlik döneminde yakın arkadaşlarıyla ya da romantik ilişkileriyle yaşadığı sarsıcı deneyimler nedeniyle güvenli bağlanma örüntüsü zedelenebilir. Aynısı tam tersi için de geçerlidir. Bebekken güvensiz bağlanma örüntüsü olan bir kişi istikrarlı ve uzun bir ilişki sonucunda bağlanma temsillerinde güveni yakalayabilir.
Belki de,
Güveni besleyecek ortamlarda bulunarak, insanlarla ilişkilenme çabasına girerek, bağ kurmak için çabalayarak, ilişkilerdeki hayal kırıklıklarını göğüslemeyi ve ders çıkarmayı göze alarak ve ne olursa olsun yeniden farklı koşullarda/farklı insanlarla/farklı öykülerle güven inşa etme umudundan vazgeçmeyerek. İyi kötü demeden hissedilen her duyguya sahip çıkarak ve güvensizlik hissine, güvensizliği sürekli olarak tetikleyen durumlara kendini mahkum etmek zorunda olmadığını hatırlayarak. Yeni hikayelerle yeni nöron bağlantıları oluşturmaya çalışarak. Çocukken kendimize anlattığımız hikayede yanlışlıklar varsa onu değiştirmeye cesaret ederek ve yazacağımız yeni öyküye güven serpebilecek insanlarla bağ kurarak. İlerleyerek, bazen bocalayarak, düşerek ve kalkarak...
Film kesiti: Çingeneler Zamanı (1988)
Yorumlar